
havacılık haberleri, havayolu şirketleri ve sivil havacılık ile ilgili meraklarınızı gidermeye, bilgilerinizi güncellemeye davet ediyoruz.
5 Ekim 2017 Perşembe
Erken Teşhis Meme Kanserinden Ölümü Yüzde 30 Azaltıyor

Erken Teşhis Meme Kanserinden Ölümü Yüzde 30 Azaltıyor SON 1 YILDA 17 BİN KADINA MEME KANSERİ TEŞHİSİ KONULDU Çağımızın en yaygın ve ölümcül hastalıkları arasında yer alan kanser, her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine bir o kadar insanın da hayat kalitesinin düşmesine neden oluyor. Kadınlar arasında en çok görülen ve erken teşhis ile tedavisi mümkün olan kanser türlerinden biri olan meme kanseri konusunda ise toplumsal bilincin artırılması önem kazanıyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Florya Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Selin Kapan, “1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı” vesilesiyle konuyla ilgili önemli bilgiler verdi. Meme kanseri, kadınlarda görülen kanser tipleri arasında birinci sırada ve ülkemizde de her 4 kadın kanserinden biri olmaya devam ediyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Florya Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Selin Kapan, dünya çapında incelendiğinde hayat boyu her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma riski olduğunu belirterek, son bir yıl içinde Türkiye’de 17 bin kadına meme kanseri teşhisi konulduğunu söyledi. Kapan, meme kanserinde risk faktörleri, belirtiler, erken tanı ve tedavi yöntemleri hakkında şunları söyledi; AİLESEL GEÇİŞ SADECE YÜZDE 7-9 Genetik yapıdaki bazı faktörler ve normal yaşlanmanın getirdiği kimi değişikliklerin kanser gelişiminde rol oynadığı ileri sürülmektedir. Ailesel geçiş sadece yüzde 7-9’luk bir kısımda geçerlidir. Anne tarafında genç yaşta meme kanseri görülmesi ve erkek meme kanseri görülmesi ailesel geçişe neden olabilir. Genel olarak risk faktörleri şöyle sıralanabilir; İlk adet yaşının erken olması, Geç menopoza giriş yaşı, İlk doğumun 30 yaş sonrası yapılması, Doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı, Menopoz sonrası uzun süreli hormon ilacı tedavisi, Menopoz sonrası aşırı yağlı beslenme ve aşırı kilo alımı, Sigara ve aşırı alkol tüketimi. MEMEDEKİ BELİRTİLER ÖNEMLİ Meme kanserinin en sık belirtisi memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Az bir kısım hastada kitlenin yerleşim yeri, memenin büyüklüğü gibi faktörlerle ilişkili olarak ağrı görülebilir. Kanserin ilerlemiş dönemlerinde memede veya meme başında çekintiler, meme derisinde kalınlaşmalar, şişlikler, deride bozulma ya da açık yaralar, meme ucunun içe dönmesi görülebilir. Kanlı meme başı akıntısı da sanıldığının aksine genellikle kanserin ileri dönemlerinde görülür. Bulgu vermeyen kanlı akıntılar çoğu zaman meme başına yakın kanallarda gelişen ‘papillom’ dediğimiz aslında iyi huylu olan ancak uzun zaman içinde kanser geliştirebilecek yapılardan kaynaklanmaktadır. Bunun adının ortaya konması için de mutlaka hekime başvurulmalıdır. KENDİ KENDİNE MUAYENE VE DÜZENLİ KONTROL ŞART Meme kanserinin erken tanısı, hem tamamının alındığı ameliyatlarda hem de meme kanserine bağlı ölümlerde azalmayı sağlamıştır. Yapılan çalışmalarda 20-40 yaş arası 2 yılda bir, 40 yaş sonrası yılda bir meme muayenesi ile meme kanserine bağlı ölümlerde yüzde 30 azalma olduğu saptanmıştır. Meme kanseri oluşumu aslında yavaş bir süreçtir, memedeki kanserli kitlenin 1 cm’e ulaşması yaklaşık 5-7 seneyi alır. Yayılımı öncelikle lenf yolları ile ilgili memenin koltuk altına ve daha sonra da kan yolu ile karaciğer, kemik, beyin gibi uzak organlara olur. Erken tanı için en önemli faktör kişilerin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Erken tanı hastalığın tedavisinin başarısını ve bu hastalıktan hayatta kalma şansını artırır. Günümüzde hastalığın erken evrede tanısı, yapılacak cerrahi tedavinin boyutunu da azaltabilmektedir. Meme kanserinde erken evrede tanı konması üç temel yöntem üzerinden gerçekleşir: Birincisi kendi kendine yapılan elle meme muayenesi, ikincisi yılda bir yapılan hekim kontrolü ve üçüncüsü de belli gruptaki hastalarda yapılan yıllık mamografi taramalarıdır. ALANINDA UZMAN BİR EKİP DEĞERLENDİRMELİ Meme kanseri teşhisi konulduktan sonraki süreç mutlaka alanında uzman bir ekip tarafından yapılmalıdır. Teknolojik ve biyolojik gelişmeler ışığında meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğundan oluşan bu ekip; hasta bazlı, tümörün evresi, alt tipi, ilaçlara vereceği cevap açısından değerlendirip cerrahi, kemoterapi (ilaç tedavisi) ve radyoterapi (ışın tedavisi) sürecindeki sıralamaya karar vererek tedavi planını yapmaktadır. HANGİ EVREDE NASIL TEDAVİ UYGULANMALI? Erken evredeki küçük tümörlerde genellikle önce cerrahi girişim yapılıp mümkünse meme koruyucu cerrahi (memenin kanserli kısmının çevrede sağlam sınırla çıkarılması ve koltuk altındaki yayılımı anlamak amaçlı ‘SLNB’ dediğimiz nöbetçi lenf bezi biyopsisi işlemini) uyguladıktan sonra esas patoloji sonucuna göre gerekiyorsa önce kemoterapi, sonrasında da mutlaka radyoterapi uygulanmaktadır. İleri evre türde ise bazen önce kemoterapi ile hastalığı kontrol altına aldıktan sonra cerrahi tedavi yapılmaktadır. Cerrahi tedavi olarak mümkünse meme koruyucu cerrahi, değilse memenin tamamının alındığı mastektomi ameliyatına gerekirse ‘koltuk altı diseksiyonu’ denilen koltukaltındaki lenf bezlerinin temizlenmesi işlemi de eklenmektedir. Bazı hastalarda hastalığın memede ve koltukaltında yaygınlığına göre bu işlem sonrası da radyoterapiye gerek duyulmaktadır. Meme dokusu haricinde uzak organlara yayılım olduğu durumlarda öncelikle meme ve yayıldığı organa göre tedavi şekline karar verilip sonrasında alınan cevaba göre mümkünse cerrahi tedavi yapılmaktadır. TANI KONDUKTAN SONRAKİ SÜREÇ NEDİR? Genellikle teşhis konulduktan sonra tüm bu tedavi süreçleri aşağı yukarı 6 ay sürmekte, bunun sonunda hasta ilk iki yıl 3 ayda bir, 2-5 yıl arasında 6 ayda bir, 5 yıl sonrasında yılda bir kontroller ile takip edilmektedir. Bazı hastalarda kanserin cinsinin patolojik alt özellikleri ve hormon duyarlılık özelliklerine göre 5 ile 10 yıl her gün ağızdan alınacak bir koruyucu hap ile tedavi sürdürülmektedir.
SON 1 YILDA 17 BİN KADINA MEME KANSERİ TEŞHİSİ KONULDU
Çağımızın en yaygın ve ölümcül hastalıkları arasında yer alan kanser, her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine bir o kadar insanın da hayat kalitesinin düşmesine neden oluyor. Kadınlar arasında en çok görülen ve erken teşhis ile tedavisi mümkün olan kanser türlerinden biri olan meme kanseri konusunda ise toplumsal bilincin artırılması önem kazanıyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Florya Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Selin Kapan, “1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı” vesilesiyle konuyla ilgili önemli bilgiler verdi.
Meme kanseri, kadınlarda görülen kanser tipleri arasında birinci sırada ve ülkemizde de her 4 kadın kanserinden biri olmaya devam ediyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Florya Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Selin Kapan, dünya çapında incelendiğinde hayat boyu her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma riski olduğunu belirterek, son bir yıl içinde Türkiye’de 17 bin kadına meme kanseri teşhisi konulduğunu söyledi. Kapan, meme kanserinde risk faktörleri, belirtiler, erken tanı ve tedavi yöntemleri hakkında şunları söyledi;
AİLESEL GEÇİŞ SADECE YÜZDE 7-9
Genetik yapıdaki bazı faktörler ve normal yaşlanmanın getirdiği kimi değişikliklerin kanser gelişiminde rol oynadığı ileri sürülmektedir. Ailesel geçiş sadece yüzde 7-9’luk bir kısımda geçerlidir. Anne tarafında genç yaşta meme kanseri görülmesi ve erkek meme kanseri görülmesi ailesel geçişe neden olabilir. Genel olarak risk faktörleri şöyle sıralanabilir;
- İlk adet yaşının erken olması,
- Geç menopoza giriş yaşı,
- İlk doğumun 30 yaş sonrası yapılması,
- Doğum kontrol haplarının uzun süre kullanımı,
- Menopoz sonrası uzun süreli hormon ilacı tedavisi,
- Menopoz sonrası aşırı yağlı beslenme ve aşırı kilo alımı,
- Sigara ve aşırı alkol tüketimi.
MEMEDEKİ BELİRTİLER ÖNEMLİ
Meme kanserinin en sık belirtisi memede ağrısız, zamanla büyüyen bir kitlenin hissedilmesidir. Az bir kısım hastada kitlenin yerleşim yeri, memenin büyüklüğü gibi faktörlerle ilişkili olarak ağrı görülebilir. Kanserin ilerlemiş dönemlerinde memede veya meme başında çekintiler, meme derisinde kalınlaşmalar, şişlikler, deride bozulma ya da açık yaralar, meme ucunun içe dönmesi görülebilir. Kanlı meme başı akıntısı da sanıldığının aksine genellikle kanserin ileri dönemlerinde görülür. Bulgu vermeyen kanlı akıntılar çoğu zaman meme başına yakın kanallarda gelişen ‘papillom’ dediğimiz aslında iyi huylu olan ancak uzun zaman içinde kanser geliştirebilecek yapılardan kaynaklanmaktadır. Bunun adının ortaya konması için de mutlaka hekime başvurulmalıdır.
KENDİ KENDİNE MUAYENE VE DÜZENLİ KONTROL ŞART
Meme kanserinin erken tanısı, hem tamamının alındığı ameliyatlarda hem de meme kanserine bağlı ölümlerde azalmayı sağlamıştır. Yapılan çalışmalarda 20-40 yaş arası 2 yılda bir, 40 yaş sonrası yılda bir meme muayenesi ile meme kanserine bağlı ölümlerde yüzde 30 azalma olduğu saptanmıştır. Meme kanseri oluşumu aslında yavaş bir süreçtir, memedeki kanserli kitlenin 1 cm’e ulaşması yaklaşık 5-7 seneyi alır. Yayılımı öncelikle lenf yolları ile ilgili memenin koltuk altına ve daha sonra da kan yolu ile karaciğer, kemik, beyin gibi uzak organlara olur.
Erken tanı için en önemli faktör kişilerin bu konuda bilinçlendirilmesidir. Erken tanı hastalığın tedavisinin başarısını ve bu hastalıktan hayatta kalma şansını artırır. Günümüzde hastalığın erken evrede tanısı, yapılacak cerrahi tedavinin boyutunu da azaltabilmektedir. Meme kanserinde erken evrede tanı konması üç temel yöntem üzerinden gerçekleşir: Birincisi kendi kendine yapılan elle meme muayenesi, ikincisi yılda bir yapılan hekim kontrolü ve üçüncüsü de belli gruptaki hastalarda yapılan yıllık mamografi taramalarıdır.
ALANINDA UZMAN BİR EKİP DEĞERLENDİRMELİ
Meme kanseri teşhisi konulduktan sonraki süreç mutlaka alanında uzman bir ekip tarafından yapılmalıdır. Teknolojik ve biyolojik gelişmeler ışığında meme cerrahı, tıbbi onkolog ve radyasyon onkoloğundan oluşan bu ekip; hasta bazlı, tümörün evresi, alt tipi, ilaçlara vereceği cevap açısından değerlendirip cerrahi, kemoterapi (ilaç tedavisi) ve radyoterapi (ışın tedavisi) sürecindeki sıralamaya karar vererek tedavi planını yapmaktadır.
HANGİ EVREDE NASIL TEDAVİ UYGULANMALI?
Erken evredeki küçük tümörlerde genellikle önce cerrahi girişim yapılıp mümkünse meme koruyucu cerrahi (memenin kanserli kısmının çevrede sağlam sınırla çıkarılması ve koltuk altındaki yayılımı anlamak amaçlı ‘SLNB’ dediğimiz nöbetçi lenf bezi biyopsisi işlemini) uyguladıktan sonra esas patoloji sonucuna göre gerekiyorsa önce kemoterapi, sonrasında da mutlaka radyoterapi uygulanmaktadır.
İleri evre türde ise bazen önce kemoterapi ile hastalığı kontrol altına aldıktan sonra cerrahi tedavi yapılmaktadır. Cerrahi tedavi olarak mümkünse meme koruyucu cerrahi, değilse memenin tamamının alındığı mastektomi ameliyatına gerekirse ‘koltuk altı diseksiyonu’ denilen koltukaltındaki lenf bezlerinin temizlenmesi işlemi de eklenmektedir. Bazı hastalarda hastalığın memede ve koltukaltında yaygınlığına göre bu işlem sonrası da radyoterapiye gerek duyulmaktadır. Meme dokusu haricinde uzak organlara yayılım olduğu durumlarda öncelikle meme ve yayıldığı organa göre tedavi şekline karar verilip sonrasında alınan cevaba göre mümkünse cerrahi tedavi yapılmaktadır.
TANI KONDUKTAN SONRAKİ SÜREÇ NEDİR?
Genellikle teşhis konulduktan sonra tüm bu tedavi süreçleri aşağı yukarı 6 ay sürmekte, bunun sonunda hasta ilk iki yıl 3 ayda bir, 2-5 yıl arasında 6 ayda bir, 5 yıl sonrasında yılda bir kontroller ile takip edilmektedir. Bazı hastalarda kanserin cinsinin patolojik alt özellikleri ve hormon duyarlılık özelliklerine göre 5 ile 10 yıl her gün ağızdan alınacak bir koruyucu hap ile tedavi sürdürülmektedir.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2fTAzSV
via IFTTT
Kuruyemiş Ansiklopedisi Aşurenin Tarihini Anlatıyor Kuruyemiş Ansiklopedisi ve Aşurenin Tarihi Farklı dinlerde, farklı kültürlerde tarih boyunca her zaman ayrı ve özel bir yeri olan, “kutsal” kabul edilen bir tatlı: Aşure. Tarifindeki malzemelerin çoğunu kuruyemişlerin oluşturduğu bu bereketli tatlı hakkında kapsamlı bilgileri Overteam Yayınları’ndan çıkan Kuruyemiş Ansiklopedisi’nin sayfalarında bulacaksınız. Bazen sırf keyiften, bazen enerji için, kiminin sağlık kaygısıyla, kiminin muhabbet aşkıyla elinden düşürmediği çerezler ilk kez bu kadar kapsamlı bir şekilde ele alındı ve bir ansiklopedide toplandı. 33 yazarın kaleminden çıkan, acı tatlı ekşi kekre, toplam 550 madde kuruyemişin hiç de çerez bir konu olmadığını gözler önüne seriyor. Kuruyemişler tarih boyunca destanlardan, çocuk oyunlarına, türkülerden, edebi metinlere, kutsal metinlerden, bilimsel buluşlara kadar birçok alanda hayatın içinde yer almıştır. Kuruyemiş Ansiklopedisi’nde alanında uzman yazarlar tarafından büyük bir titizlikle kaleme alınan 550 maddenin her biri farklı alanlarda, farklı disiplinlerde bilgileri bir arada içeriyor. Kuruyemiş Ansiklopedisi’nin yazarlarından Ayfer Yavi, kaleme aldığı “Aşure” maddesinde bu bereketli tatlının tarihine ve farklı kültürlerdeki yansımalarına ışık tutuyor. Bereketin sembolü kutsal bir tarif: Aşure Bereketin temsilcisi aşure buğday, nohut, kuru fasulye gibi taneliler, kuru incir, kuru üzüm ve benzeri kuru yemişlerin şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlıdır. Aslında sadece tatlı olarak yapılmayan aşure için, kökeni çok eski tarihlere dayanan bir yemek/ çorbadır demek de yanlış olmaz. Aşure Arapça bir kelimedir. Arapça āşūrā on ya da onuncu anlamına gelir. Başka bir deyimle Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününü belirtir. Aşurenin ana maddesi buğday, ilk ekildiği dönemlerden, yani bundan 12 bin yıl öncesinden bugüne, verimliliği en yüksek tahıldır. Bunun için de bereketi simgeler. Temel maddesi buğday olan yemeklerin, Amerika kıtasından Çin’e kadar kültüre göre sıcak veya soğuk, tatlı veya tuzlu olarak tüketilmesi, inançlara göre kabul görmesi de bundandır. Kelt inanışına göre bereket tanrıları dağda en kısa günde buğday, et ve meyvelerle bir yemek pişirirmiş. Fluffin denen, içi birçok malzeme içeren yemek, ortaçağda Haçlıların Doğu etkisinde kalmasıyla kuru meyveler, safran, badem sütü gibi malzemelerle zenginleştirilmiş. Pagan dinlerinde ayrışan sembolize tanrılar tek tanrılı dinlerde birleşince, aşurenin tarihsel yüklenicileri de din üzerinden takip ettiğimiz öykülerde birleşir. Âşûrâ, İslam öncesinde de kutsal sayılarak o gün yenilen buğday yemeğine adını vermiştir. İslam’ın ortaya çıkmasıyla birlikte aşure yeni anlamlar kazanır. Şiiler, o gün Kerbela’da öldürülen Hüseyin için yas yemeği olarak, Sünniler de Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, İbrahim’in ateşten kurtulması, Yakup’un oğlu Yusuf’la buluşması ve Nuh’un gemisinin Cudi dağına oturması gibi çeşitli olaylara dayandırarak aşure yapma geleneğini sürdürdüler. Komşuların ortak kültürü Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla zaman zaman bir arada bulunmalarının doğurduğu bir sonuç olarak, bu günde olduğu varsayılan olaylar hakkındaki söylentiler sözlü geleneğe yerleşmiş, muhtemelen Yahudi kültüründen Müslüman kültürüne geçmiş bir sözlü tarih yakıştırmasıdır. Aşure gününün İslam tarihi kaynaklarına aksettiği görünüm ile Yahudi inancındaki görünümü farklılık gösterir. Yahudilikte bu gün, “Yom Kipur Katan” olarak ifade edilmiştir. Yahudiler halen de bu günde oruç tutarlar. Emevilerden itibaren Müslümanlar arasında iki ayrı kesimin aşure gününe farklı anlamlar yüklediklerini görmekteyiz. Muharrem’in 10. günü olan aşure günü, farklı algılanmak ve kutlanmakla birlikte Sünniler ve Şiiler arasındaki kendilerine özgü kutlanış şeklini hiç değiştirmeden günümüze kadar ulaşmıştır. Sünnilerce geleneklere uygun olarak kutlanan, Alevilerce de matem tutulan bir gündür. Yunanlılar ve Rumlar Azize Barbara gününde hem kolivaya hem de aşureye benzeyen bir tatlı (buğday çorbası) hazırlar ve dağıtırlar. Ermeniler ise “anuşabur” dedikleri aşureye benzer ve içinde buğday, kuru üzüm, kuru kayısı, gülsuyu, şeker, üstünde süs olarak tarçın, ceviz, nar bulunan tatlıyı yeni yılı karşılarken pişirirler. Aşure birçok (7-10-12…-41 adet) malzemenin karışımıyla yapılır. Bu tatlının kökeni olarak en yaygın biçimde “Nuh Tufanı” gösterilir. Hikâyeye göre Nuh’un gemisi karaya oturup yiyecek bir şey kalmadığında, kalanlarla bir yemek yapılmıştır. Bu yemek, gemidekilerin yedikleri son yemek olmuştur. Kutsal metinlere girmese de her din kendine mal etmiştir aşureyi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde adı geçen aşureler, aselî (bal renginde) ve sükkerî (şekerli) aşurelerdir. Osmanlı dönemi boyunca aşure geleneğinde öncülük saraya aitti. Büyük kazanlarda hazırlanan aşurenin ilk olarak özel bir törenle padişaha, harem halkına sunulması, sonra devlet ileri gelenlerine, imaretlere, halka dağıtılması âdetti. Saray mutfaklarının her birinde iki ve dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb malzeme ile “daneli” denen aşureler pişirilirdi. 16. yüzyılın ikinci çeyreğinde aşureye buğday, pirinç, şeker dışında badem, bakla, börülce, hurma, kuş üzümü, kavrulmuş fındık katılıyordu. 17. yüzyıla ait kayıtlarda bunlara ek olarak ceviz, razakı üzümü, nohut, yumurta ve elmanın da aşurenin yapımında rol oynadıkları görülüyor. Aşurenin sarayda yapılan bir diğer türü, pişmiş buğdayın süzgeçten geçirilip helmelenmiş halinin kullanıldığı “süzme aşure”lerdi. İçine kuru üzüm, şeker, badem, fıstık ve tarçın ilave edilirdi. Basılı ilk yemek kitabı olan Melceü’t-Tabbâhîn’de bu aşurenin tarifi bulunmaktadır. Diğer bir türse arpa ve süt ile yapılan “sütlü Frenk arpası aşuresi”dir. Evlerde ise her aile kendi konumuna ve ihtiyacına göre 10-17 Muharrem haftası içerisinde mevsim imkânlarına göre zengin malzemeli bir aşure pişirirdi. Evlerde büyük helvahane ya da kuzu kazanı içinde hazırlanan aşure ocaktan indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştınp bir Yasin-i Şerif okur, ardından evin en büyüğünden en küçüğüne sıra ile tas tas verilirdi. Osmanlı hayırseverleri aşureyi ayrıca fakirlere, medreselere dağıtırlardı. Osmanlı ziyafet yemek mönülerinde de aşureye rastlanır. Türkiye’de buğdaydan başka tahıllar, bakliyat, meyve ve kuru yemişle yapılan aşurenin Erzurum, Ardahan gibi Doğu illerinde yöreye has etli ve tuzlu, soğanlı türleri de görülür. Aşurenin dini yönü en çok tekke geleneklerinde görülür. Bektaşi tekkelerinde aşurede buğday, nohut, fasulye, üzüm, incir, fıstık, ceviz gibi malzemeler kullanılırdı. Mevlevilerde 15. yüzyıldan beri aşure geleneği devam eder. İstanbul Tophane’de bulunan Kadiriler Âsitânesi’nde yapılan aşurenin iç malzemeleri şeker, yağ, buğday, pirinç ve pirinç unu, çekirdeksiz üzüm, fasulye, nohut, nişasta, süt, gülsuyu, arorattır. “Çeyiz” adı verilen üst süslemesindeyse kaymak parçaları, hindistancevizi, nar taneleri, kuş üzümü, kuru üzüm, fındık, ceviz, fıstık, Şam fıstığı, badem, kabuklu fıstık kullanılır. Asırlara yayılan güçlü bir gelenek Asırlardır eski gelenek devam etmektedir. Aşure Türklerin en sevdiği tatlılardan biri olarak evlerde her zaman pişirilen ve konu komşuya dağıtılan bereket yiyeceğidir. Muharrem ayında en şık semtlerden köylere kadar, yoksul-zengin ayrımı olmaksızın evlerde aşure tencereleri kaynar, kâse kâse dağıtılır. Her evin, her yapanın kattığı malzeme farklılık gösterse de, genellikle bütün aşure tariflerinde birincil ana malzeme buğdaydır. Nohut ve kuru fasulye ikincil ana malzemedir. Aşurelik buğday, kuru fasulye, nohut, pirinç, kuru bakla, börülce, mısır, kestane, kuru kayısı, kuru üzüm, kuru incir, portakal kabuğu, gülsuyu, zencefil, tozşeker, bal, su, süt, üzerinin süslemesiyse dolmalık fıstık, kuşüzümü, ceviz içi, kıyılmış kuru kayısı, kuru incir, badem, fındık, Antep fıstığı, tarçın, susam, nar tanelerinden oluşur. Muharrem ayında evimizde yıllarca hiç aksatılmadan aşure yapıldı. Annem bir gece önceden bütün buğdayı ve bakliyatı suya yatırırdı. Aşure içine konan malzemenin 12 çeşitten az olmamasına dikkat ederdi. Ertesi sabah şişen malzemeler tek tek kaynatılır, yılda bir kullanılan aşure tenceresinde birleşirlerdi. Kuru meyveler sıcak suda bekletilir, onlar da kaynayan tenceredeki içeriğe eklenirdi. Annemin en özen gösterdiği nokta aşurenin renginin kararmamasıydı, bunun için de en son incirler tenceredeki yerini alırdı. 1960’lı yıllarda evlenenlere, doğum yapanlara götürülmesi pek makbul olan porselen muhallebi takımları büfeden çıkarılır, sıcakken aşureler bunlara paylaştırılırdı. Aşure gününün en sevdiğim tarafıysa üzerinin süslenmesinde anneme yardım etmekti. Önce tarçın serpelenmiş kâselere, ayrı ayrı kavrulan bademler, fındıklar, susamlar şekilli olarak yerleştirilir, bu arada evi hafif bir yanık kokusu sarmalardı. Ayıklanmış Şam fıstıkları itina ile aralara konur, yemyeşil giysileriyle birden aşurenin havası değişirdi. Minnacık doğranmış kuru incir, kuru kayısı da ilave edilir, en üste ise bordoya çalan kırmızı entarisiyle nar taneleri yerleştirilir, böylece tatlının süslemeli giysisi tamamlanır, mutfak tezgâhında soğumaya bırakılırdı. Ben evlendikten sonra da bu ritüel devam etti, “kızı olan herkesin aşure kaynatması lazım” derdi annem. Kâseler evler arasında gider gelir, içine konan malzemeden tutun, en güzel süslemeyi kimin yaptığına kadar komşular arasında konuşulur, bu bereket simgesi o ayın toplumsal birleştiricisi olurdu. “Peygamber çorbası”, “Muharrem aşı”, “âşûr aşı”, “aşure tatlısı”, “aşure çorbası” gibi isimlerle anılagelen aşure, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Katolikler, Ortodokslar, Alevilerin ayrı kazanlarda, tencerelerde yaptıkları, ama kültürel lezzetlerini kattıkları, birleştirici bir tatlıdır. Din, mezhep, ırk ve siyasal görüşleri ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan insanları birkaç günlüğüne de olsa, bereketli bir tabak etrafında birleştirir. Kütüphanenizde bu ansiklopediye yer açın Ağaçkakan Yayınları’nın kardeş yayınevi Overteam Yayınları, Raşit Çavaş’ın yayın yönetmenliğini yaptığı, Ayşe Nilhan Aras, Hikmet Nazlı Pişkin ve Zeynep Göçmen Eryük’ün yayın kurulunda yan yana geldiği ve birbirinden değerli 33 yazarın katkı sunduğu, bir buçuk yıllık titiz bir çalışmanın ürünü olan “Dünden Bugüne Kuruyemiş Ansiklopedisi” ile kültür yayıncılığına yeni bir ansiklopedi daha kazandırdı. Her eve lazım bu ansiklopediyi kitaplıkta unutmayacak, sık sık açıp tadına bakacaksınız. Dünden Bugüne Kuruyemiş Ansiklopedisi’ne tüm kitapçılardan ve Ağaçkakan Dükkan’dan ulaşabilirsiniz.
Kuruyemiş Ansiklopedisi ve Aşurenin Tarihi
Farklı dinlerde, farklı kültürlerde tarih boyunca her zaman ayrı ve özel bir yeri olan, “kutsal” kabul edilen bir tatlı: Aşure. Tarifindeki malzemelerin çoğunu kuruyemişlerin oluşturduğu bu bereketli tatlı hakkında kapsamlı bilgileri Overteam Yayınları’ndan çıkan Kuruyemiş Ansiklopedisi’nin sayfalarında bulacaksınız.
Bazen sırf keyiften, bazen enerji için, kiminin sağlık kaygısıyla, kiminin muhabbet aşkıyla elinden düşürmediği çerezler ilk kez bu kadar kapsamlı bir şekilde ele alındı ve bir ansiklopedide toplandı. 33 yazarın kaleminden çıkan, acı tatlı ekşi kekre, toplam 550 madde kuruyemişin hiç de çerez bir konu olmadığını gözler önüne seriyor.
Kuruyemişler tarih boyunca destanlardan, çocuk oyunlarına, türkülerden, edebi metinlere, kutsal metinlerden, bilimsel buluşlara kadar birçok alanda hayatın içinde yer almıştır. Kuruyemiş Ansiklopedisi’nde alanında uzman yazarlar tarafından büyük bir titizlikle kaleme alınan 550 maddenin her biri farklı alanlarda, farklı disiplinlerde bilgileri bir arada içeriyor.
Kuruyemiş Ansiklopedisi’nin yazarlarından Ayfer Yavi, kaleme aldığı “Aşure” maddesinde bu bereketli tatlının tarihine ve farklı kültürlerdeki yansımalarına ışık tutuyor.
Bereketin sembolü kutsal bir tarif: Aşure
Bereketin temsilcisi aşure buğday, nohut, kuru fasulye gibi taneliler, kuru incir, kuru üzüm ve benzeri kuru yemişlerin şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlıdır. Aslında sadece tatlı olarak yapılmayan aşure için, kökeni çok eski tarihlere dayanan bir yemek/ çorbadır demek de yanlış olmaz. Aşure Arapça bir kelimedir. Arapça āşūrā on ya da onuncu anlamına gelir. Başka bir deyimle Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününü belirtir.
Aşurenin ana maddesi buğday, ilk ekildiği dönemlerden, yani bundan 12 bin yıl öncesinden bugüne, verimliliği en yüksek tahıldır. Bunun için de bereketi simgeler. Temel maddesi buğday olan yemeklerin, Amerika kıtasından Çin’e kadar kültüre göre sıcak veya soğuk, tatlı veya tuzlu olarak tüketilmesi, inançlara göre kabul görmesi de bundandır. Kelt inanışına göre bereket tanrıları dağda en kısa günde buğday, et ve meyvelerle bir yemek pişirirmiş. Fluffin denen, içi birçok malzeme içeren yemek, ortaçağda Haçlıların Doğu etkisinde kalmasıyla kuru meyveler, safran, badem sütü gibi malzemelerle zenginleştirilmiş.
Pagan dinlerinde ayrışan sembolize tanrılar tek tanrılı dinlerde birleşince, aşurenin tarihsel yüklenicileri de din üzerinden takip ettiğimiz öykülerde birleşir. Âşûrâ, İslam öncesinde de kutsal sayılarak o gün yenilen buğday yemeğine adını vermiştir. İslam’ın ortaya çıkmasıyla birlikte aşure yeni anlamlar kazanır. Şiiler, o gün Kerbela’da öldürülen Hüseyin için yas yemeği olarak, Sünniler de Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, İbrahim’in ateşten kurtulması, Yakup’un oğlu Yusuf’la buluşması ve Nuh’un gemisinin Cudi dağına oturması gibi çeşitli olaylara dayandırarak aşure yapma geleneğini sürdürdüler.
Komşuların ortak kültürü
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla zaman zaman bir arada bulunmalarının doğurduğu bir sonuç olarak, bu günde olduğu varsayılan olaylar hakkındaki söylentiler sözlü geleneğe yerleşmiş, muhtemelen Yahudi kültüründen Müslüman kültürüne geçmiş bir sözlü tarih yakıştırmasıdır. Aşure gününün İslam tarihi kaynaklarına aksettiği görünüm ile Yahudi inancındaki görünümü farklılık gösterir. Yahudilikte bu gün, “Yom Kipur Katan” olarak ifade edilmiştir. Yahudiler halen de bu günde oruç tutarlar. Emevilerden itibaren Müslümanlar arasında iki ayrı kesimin aşure gününe farklı anlamlar yüklediklerini görmekteyiz. Muharrem’in 10. günü olan aşure günü, farklı algılanmak ve kutlanmakla birlikte Sünniler ve Şiiler arasındaki kendilerine özgü kutlanış şeklini hiç değiştirmeden günümüze kadar ulaşmıştır. Sünnilerce geleneklere uygun olarak kutlanan, Alevilerce de matem tutulan bir gündür. Yunanlılar ve Rumlar Azize Barbara gününde hem kolivaya hem de aşureye benzeyen bir tatlı (buğday çorbası) hazırlar ve dağıtırlar. Ermeniler ise “anuşabur” dedikleri aşureye benzer ve içinde buğday, kuru üzüm, kuru kayısı, gülsuyu, şeker, üstünde süs olarak tarçın, ceviz, nar bulunan tatlıyı yeni yılı karşılarken pişirirler.
Aşure birçok (7-10-12…-41 adet) malzemenin karışımıyla yapılır. Bu tatlının kökeni olarak en yaygın biçimde “Nuh Tufanı” gösterilir. Hikâyeye göre Nuh’un gemisi karaya oturup yiyecek bir şey kalmadığında, kalanlarla bir yemek yapılmıştır. Bu yemek, gemidekilerin yedikleri son yemek olmuştur. Kutsal metinlere girmese de her din kendine mal etmiştir aşureyi.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde adı geçen aşureler, aselî (bal renginde) ve sükkerî (şekerli) aşurelerdir. Osmanlı dönemi boyunca aşure geleneğinde öncülük saraya aitti. Büyük kazanlarda hazırlanan aşurenin ilk olarak özel bir törenle padişaha, harem halkına sunulması, sonra devlet ileri gelenlerine, imaretlere, halka dağıtılması âdetti. Saray mutfaklarının her birinde iki ve dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb malzeme ile “daneli” denen aşureler pişirilirdi. 16. yüzyılın ikinci çeyreğinde aşureye buğday, pirinç, şeker dışında badem, bakla, börülce, hurma, kuş üzümü, kavrulmuş fındık katılıyordu. 17. yüzyıla ait kayıtlarda bunlara ek olarak ceviz, razakı üzümü, nohut, yumurta ve elmanın da aşurenin yapımında rol oynadıkları görülüyor.
Aşurenin sarayda yapılan bir diğer türü, pişmiş buğdayın süzgeçten geçirilip helmelenmiş halinin kullanıldığı “süzme aşure”lerdi. İçine kuru üzüm, şeker, badem, fıstık ve tarçın ilave edilirdi. Basılı ilk yemek kitabı olan Melceü’t-Tabbâhîn’de bu aşurenin tarifi bulunmaktadır. Diğer bir türse arpa ve süt ile yapılan “sütlü Frenk arpası aşuresi”dir.
Evlerde ise her aile kendi konumuna ve ihtiyacına göre 10-17 Muharrem haftası içerisinde mevsim imkânlarına göre zengin malzemeli bir aşure pişirirdi. Evlerde büyük helvahane ya da kuzu kazanı içinde hazırlanan aşure ocaktan indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştınp bir Yasin-i Şerif okur, ardından evin en büyüğünden en küçüğüne sıra ile tas tas verilirdi. Osmanlı hayırseverleri aşureyi ayrıca fakirlere, medreselere dağıtırlardı. Osmanlı ziyafet yemek mönülerinde de aşureye rastlanır. Türkiye’de buğdaydan başka tahıllar, bakliyat, meyve ve kuru yemişle yapılan aşurenin Erzurum, Ardahan gibi Doğu illerinde yöreye has etli ve tuzlu, soğanlı türleri de görülür.
Aşurenin dini yönü en çok tekke geleneklerinde görülür. Bektaşi tekkelerinde aşurede buğday, nohut, fasulye, üzüm, incir, fıstık, ceviz gibi malzemeler kullanılırdı. Mevlevilerde 15. yüzyıldan beri aşure geleneği devam eder. İstanbul Tophane’de bulunan Kadiriler Âsitânesi’nde yapılan aşurenin iç malzemeleri şeker, yağ, buğday, pirinç ve pirinç unu, çekirdeksiz üzüm, fasulye, nohut, nişasta, süt, gülsuyu, arorattır. “Çeyiz” adı verilen üst süslemesindeyse kaymak parçaları, hindistancevizi, nar taneleri, kuş üzümü, kuru üzüm, fındık, ceviz, fıstık, Şam fıstığı, badem, kabuklu fıstık kullanılır.
Asırlara yayılan güçlü bir gelenek
Asırlardır eski gelenek devam etmektedir. Aşure Türklerin en sevdiği tatlılardan biri olarak evlerde her zaman pişirilen ve konu komşuya dağıtılan bereket yiyeceğidir. Muharrem ayında en şık semtlerden köylere kadar, yoksul-zengin ayrımı olmaksızın evlerde aşure tencereleri kaynar, kâse kâse dağıtılır. Her evin, her yapanın kattığı malzeme farklılık gösterse de, genellikle bütün aşure tariflerinde birincil ana malzeme buğdaydır. Nohut ve kuru fasulye ikincil ana malzemedir. Aşurelik buğday, kuru fasulye, nohut, pirinç, kuru bakla, börülce, mısır, kestane, kuru kayısı, kuru üzüm, kuru incir, portakal kabuğu, gülsuyu, zencefil, tozşeker, bal, su, süt, üzerinin süslemesiyse dolmalık fıstık, kuşüzümü, ceviz içi, kıyılmış kuru kayısı, kuru incir, badem, fındık, Antep fıstığı, tarçın, susam, nar tanelerinden oluşur.
Muharrem ayında evimizde yıllarca hiç aksatılmadan aşure yapıldı. Annem bir gece önceden bütün buğdayı ve bakliyatı suya yatırırdı. Aşure içine konan malzemenin 12 çeşitten az olmamasına dikkat ederdi. Ertesi sabah şişen malzemeler tek tek kaynatılır, yılda bir kullanılan aşure tenceresinde birleşirlerdi. Kuru meyveler sıcak suda bekletilir, onlar da kaynayan tenceredeki içeriğe eklenirdi. Annemin en özen gösterdiği nokta aşurenin renginin kararmamasıydı, bunun için de en son incirler tenceredeki yerini alırdı. 1960’lı yıllarda evlenenlere, doğum yapanlara götürülmesi pek makbul olan porselen muhallebi takımları büfeden çıkarılır, sıcakken aşureler bunlara paylaştırılırdı. Aşure gününün en sevdiğim tarafıysa üzerinin süslenmesinde anneme yardım etmekti. Önce tarçın serpelenmiş kâselere, ayrı ayrı kavrulan bademler, fındıklar, susamlar şekilli olarak yerleştirilir, bu arada evi hafif bir yanık kokusu sarmalardı. Ayıklanmış Şam fıstıkları itina ile aralara konur, yemyeşil giysileriyle birden aşurenin havası değişirdi. Minnacık doğranmış kuru incir, kuru kayısı da ilave edilir, en üste ise bordoya çalan kırmızı entarisiyle nar taneleri yerleştirilir, böylece tatlının süslemeli giysisi tamamlanır, mutfak tezgâhında soğumaya bırakılırdı. Ben evlendikten sonra da bu ritüel devam etti, “kızı olan herkesin aşure kaynatması lazım” derdi annem. Kâseler evler arasında gider gelir, içine konan malzemeden tutun, en güzel süslemeyi kimin yaptığına kadar komşular arasında konuşulur, bu bereket simgesi o ayın toplumsal birleştiricisi olurdu.
“Peygamber çorbası”, “Muharrem aşı”, “âşûr aşı”, “aşure tatlısı”, “aşure çorbası” gibi isimlerle anılagelen aşure, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Katolikler, Ortodokslar, Alevilerin ayrı kazanlarda, tencerelerde yaptıkları, ama kültürel lezzetlerini kattıkları, birleştirici bir tatlıdır. Din, mezhep, ırk ve siyasal görüşleri ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan insanları birkaç günlüğüne de olsa, bereketli bir tabak etrafında birleştirir.
Kütüphanenizde bu ansiklopediye yer açın
Ağaçkakan Yayınları’nın kardeş yayınevi Overteam Yayınları, Raşit Çavaş’ın yayın yönetmenliğini yaptığı, Ayşe Nilhan Aras, Hikmet Nazlı Pişkin ve Zeynep Göçmen Eryük’ün yayın kurulunda yan yana geldiği ve birbirinden değerli 33 yazarın katkı sunduğu, bir buçuk yıllık titiz bir çalışmanın ürünü olan “Dünden Bugüne Kuruyemiş Ansiklopedisi” ile kültür yayıncılığına yeni bir ansiklopedi daha kazandırdı. Her eve lazım bu ansiklopediyi kitaplıkta unutmayacak, sık sık açıp tadına bakacaksınız.
Dünden Bugüne Kuruyemiş Ansiklopedisi’ne tüm kitapçılardan ve Ağaçkakan Dükkan’dan ulaşabilirsiniz.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2y1MPHw
via IFTTT
Kuruyemiş Ansiklopedisi Aşurenin Tarihini Anlatıyor

THY’den II.Pilot Aday Adaylarının Dikkatine Yetiştirilmek Üzere II.Pilot Aday Adaylarının Dikkatine Dil belgesini başvuru aşamasında temin edemeyen adaylarımıza, THY A.O tarafından yapılacak dil sınavında başarılı olmaları koşuluyla, DLR-2 süreci öncesine kadar dil belgesini tamamlamaları için süre tanınacaktır. Halihazırda dil belgesi bulunan adaylarımızın da başvuruları alınmaya devam edecektir. Bilgilerinize sunarız. Başvuru için tıklayın. İstihdam Müdürlüğü(Kokpit) Kaynak:http://ift.tt/2z06zJG
Yetiştirilmek Üzere II.Pilot Aday Adaylarının Dikkatine
Dil belgesini başvuru aşamasında temin edemeyen adaylarımıza, THY A.O tarafından yapılacak dil sınavında başarılı olmaları koşuluyla, DLR-2 süreci öncesine kadar dil belgesini tamamlamaları için süre tanınacaktır.
Halihazırda dil belgesi bulunan adaylarımızın da başvuruları alınmaya devam edecektir.
Bilgilerinize sunarız.
Başvuru için tıklayın.
İstihdam Müdürlüğü(Kokpit)
Kaynak:http://ift.tt/2z06zJG
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2gdIW8S
via IFTTT
THY’den II.Pilot Aday Adaylarının Dikkatine

VODAFONE 39. İSTANBUL MARATONU’NDA 73 ELİT ATLET YARIŞACAK
