29 Ocak 2018 Pazartesi

Değerleme Kriterleri: Kabin İçi ve Ek Donanımlar Değerleme Kriterleri: Kabin İçi Tasarımı ve Ek Donanımlar Hava aracının piyasa değeri hesaplanırken, dikkat edilmesi gereken önemli kriterlerden biri de hava aracının kabin içi tasarımı ve ek donanımlarıdır. Standart ekipmana ek olarak tercih edilip, satın alınan tasarım ve donanımların hava aracının tercih edilebilirliğine ve dolayısıyla ikinci el değerine hem olumlu hem de olumsuz etki yaptığını söyleyebiliriz. Yakın geçmişte basının ilgi odağı olan uluslararası havacılık fuarlarında özellikle petrol zengini körfez ülke liderlerinin lüks vip uçak alımlarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Airbus ve Boeing gibi uçak üreticileri, uzun menzilli ultra geniş gövde yolcu ve kargo uçaklarının kabin içini yeni baştan tasarlayıp sinema salonu, toplantı odası, yatak odası ve duş gibi alışılmadık eklentilerle varlıklı müşterilerinin beğenisine sunmaktaydılar. Bu gibi alışılmadık donanımların hava aracına eklenmesi uluslararası uçuş emniyeti standartları gereğince uzun sertifikalandırma süreçleri gerektirse de, sonuç olarak müşterinin tercihine göre tasarımlar vücut bulmaktaydı.   Figure 1 Prens Al Waleed’in B747 VIP Uçağı Hava araçlarında kabin bölümü vitrin yani yolcunun uçuş deneyiminin gerçekleştiği yegane bölümdür.Özel iş jetlerinde satın alma işlemleri sırasında da müşterinin en çok ilgilendiği kısmı kabin içi tasarım ve donanımı, Uçuş Eğlence Sistemi (In-Flight Entertainment System) donatıları ile dekorasyon renkleri oluşturmaktadır.Bu nedenle bir çok uçak üreticisi yat ve lüks otomobil sektöründe iç tasarım konusunda uluslararası ödüller almış bireyler ve şirketler ile çalışmakta, yeni hava aracı sipariş eden müşterilerini tasarım merkezlerine davet edip, hava araçlarının kabin içi tasarım detaylarını seçmelerine imkan tanımaktadırlar. İç tasarımı oluşturan renklerin, döşemelerin renginin ve kullanılan malzemenin cinsinin o iş jetinin sahibi tarafından seçildiği bir deneyim, şüphesiz ki lüks tüketimin doruk noktasını oluşturmaktadır.Ayrıca hava aracının standart ekipmanına ek olarak seçilen tüm donanımlar ekstra ücrete tabii olmakta ve hava aracına değer katmaktadırlar. Özellikle iş jetlerinde hava aracında uydu telefonu ve internet sisteminin ekli olması, kabinde standart donanıma ek Airshow, Apple TV, DVD/Blu-ray sisteminin olması, galley de mini fırın/mikrodalga , espresso makinesinin bulunması hava aracının rakiplerine göre tercih edilebilirliğini arttırmakta ve ikinci el değerini yükseltmektedir. Fakat bazı durumlarda da belli başlı bir tasarımın, iç döşemede kullanılan alışılmadık bir rengin ya da donanımın hava aracının tercih edilebilirliğini azalttığı görülmüştür. Örneğin Elvis Presley’in sahibi olduğu 1962 model Lockheed Starjet her ne kadar ünlü müzisyenin tarzını yansıttığından kimliğinin bir parçası olsa da geçtiğimiz Ağustos ayında açık arttırmaya çıkarıldığında, yaklaşık 2 milyon USD’ye satılması beklenirken 430.000 USD’ye alıcı bulmuştur.Bir çok muhtemel alıcı tarafından iç tasarım renklerinden ötürü tercih edilmediği düşünülen hava aracının sahibi ise bir koleksiyoner olmuştur. Bu gibi negatif durumların önüne geçmek ve hava aracının ikinci el değerine olumsuz etkisini azaltmak amacıyla üreticiler tasarım paletlerine alışılmadık renkleri koymaktan kaçınarak, hava araçlarının piyasa değerini bir nebze de korumaya özen göstermektedirler.   Figure 2 Elvis Presley’in İş Jeti Bugün gelinen noktada, lüks kabin içi tasarım ve donanımları sadece özel iş jetleri ve vip uçaklarda değil, Körfez ülkeler ve Asya’da lüks havayollarının First Class ve Business Class yolcu bölümlerinde de hizmete sunulmaktadır. Öyle ki, tam anlamıyla yatar pozisyona geçen koltuklardan oluşan özel odacıklar ve uçuş esnasında kullanabilen yüksek çözünürlüklü LCD ekranlar okyanus ötesi yolculukları yorucu olmaktan çıkarmayı başarmış ve uçuş deneyimini bir üst seviyeye çıkarmıştır. Tüm bu tasarım ve donanımların, ek maliyet gerektirdiği bilinse de, cezbettikleri varlıklı yolcu kitlesiyle, lüks havayolları açısından karlı bir yatırım olduğu tartışılmazdır.Öte yandan düşük maliyetli hava yolları tüm bu tasarım ve donanımları maliyetli oldukları gerekçesiyle tercih etmeyip, uçak bileti fiyatlarını düşük tutmayı amaçlamaktadırlar. Ancak, her geçen gün artan rekabet ,düşük maliyetli havayollarını zorlamakta, onlar da uçak üreticilerinden belli başlı kabin içi donanımlarını anlaşmaya dahil etmelerini ya da standart olarak sunmalarını talep etmektedir. Dolayısıyla kabin içi tasarımına olan talebin hem ticari uçaklar açısından hem de iş jetleri özelinde artış göstereceğini ve pazarın büyüyeceğini söylemek mümkündür.   Figure 3 Havayolu Business Class Yolcu Bölümü   Ece ÖZKAN    

Değerleme Kriterleri: Kabin İçi Tasarımı ve Ek Donanımlar

Hava aracının piyasa değeri hesaplanırken, dikkat edilmesi gereken önemli kriterlerden biri de hava aracının kabin içi tasarımı ve ek donanımlarıdır. Standart ekipmana ek olarak tercih edilip, satın alınan tasarım ve donanımların hava aracının tercih edilebilirliğine ve dolayısıyla ikinci el değerine hem olumlu hem de olumsuz etki yaptığını söyleyebiliriz.

Yakın geçmişte basının ilgi odağı olan uluslararası havacılık fuarlarında özellikle petrol zengini körfez ülke liderlerinin lüks vip uçak alımlarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Airbus ve Boeing gibi uçak üreticileri, uzun menzilli ultra geniş gövde yolcu ve kargo uçaklarının kabin içini yeni baştan tasarlayıp sinema salonu, toplantı odası, yatak odası ve duş gibi alışılmadık eklentilerle varlıklı müşterilerinin beğenisine sunmaktaydılar. Bu gibi alışılmadık donanımların hava aracına eklenmesi uluslararası uçuş emniyeti standartları gereğince uzun sertifikalandırma süreçleri gerektirse de, sonuç olarak müşterinin tercihine göre tasarımlar vücut bulmaktaydı.

 

Figure 1 Prens Al Waleed’in B747 VIP Uçağı

Hava araçlarında kabin bölümü vitrin yani yolcunun uçuş deneyiminin gerçekleştiği yegane bölümdür.Özel iş jetlerinde satın alma işlemleri sırasında da müşterinin en çok ilgilendiği kısmı kabin içi tasarım ve donanımı, Uçuş Eğlence Sistemi (In-Flight Entertainment System) donatıları ile dekorasyon renkleri oluşturmaktadır.Bu nedenle bir çok uçak üreticisi yat ve lüks otomobil sektöründe iç tasarım konusunda uluslararası ödüller almış bireyler ve şirketler ile çalışmakta, yeni hava aracı sipariş eden müşterilerini tasarım merkezlerine davet edip, hava araçlarının kabin içi tasarım detaylarını seçmelerine imkan tanımaktadırlar.

İç tasarımı oluşturan renklerin, döşemelerin renginin ve kullanılan malzemenin cinsinin o iş jetinin sahibi tarafından seçildiği bir deneyim, şüphesiz ki lüks tüketimin doruk noktasını oluşturmaktadır.Ayrıca hava aracının standart ekipmanına ek olarak seçilen tüm donanımlar ekstra ücrete tabii olmakta ve hava aracına değer katmaktadırlar. Özellikle iş jetlerinde hava aracında uydu telefonu ve internet sisteminin ekli olması, kabinde standart donanıma ek Airshow, Apple TV, DVD/Blu-ray sisteminin olması, galley de mini fırın/mikrodalga , espresso makinesinin bulunması hava aracının rakiplerine göre tercih edilebilirliğini arttırmakta ve ikinci el değerini yükseltmektedir.

Fakat bazı durumlarda da belli başlı bir tasarımın, iç döşemede kullanılan alışılmadık bir rengin ya da donanımın hava aracının tercih edilebilirliğini azalttığı görülmüştür. Örneğin Elvis Presley’in sahibi olduğu 1962 model Lockheed Starjet her ne kadar ünlü müzisyenin tarzını yansıttığından kimliğinin bir parçası olsa da geçtiğimiz Ağustos ayında açık arttırmaya çıkarıldığında, yaklaşık 2 milyon USD’ye satılması beklenirken 430.000 USD’ye alıcı bulmuştur.Bir çok muhtemel alıcı tarafından iç tasarım renklerinden ötürü tercih edilmediği düşünülen hava aracının sahibi ise bir koleksiyoner olmuştur. Bu gibi negatif durumların önüne geçmek ve hava aracının ikinci el değerine olumsuz etkisini azaltmak amacıyla üreticiler tasarım paletlerine alışılmadık renkleri koymaktan kaçınarak, hava araçlarının piyasa değerini bir nebze de korumaya özen göstermektedirler.

 

Figure 2 Elvis Presley’in İş Jeti

Bugün gelinen noktada, lüks kabin içi tasarım ve donanımları sadece özel iş jetleri ve vip uçaklarda değil, Körfez ülkeler ve Asya’da lüks havayollarının First Class ve Business Class yolcu bölümlerinde de hizmete sunulmaktadır. Öyle ki, tam anlamıyla yatar pozisyona geçen koltuklardan oluşan özel odacıklar ve uçuş esnasında kullanabilen yüksek çözünürlüklü LCD ekranlar okyanus ötesi yolculukları yorucu olmaktan çıkarmayı başarmış ve uçuş deneyimini bir üst seviyeye çıkarmıştır.

Tüm bu tasarım ve donanımların, ek maliyet gerektirdiği bilinse de, cezbettikleri varlıklı yolcu kitlesiyle, lüks havayolları açısından karlı bir yatırım olduğu tartışılmazdır.Öte yandan düşük maliyetli hava yolları tüm bu tasarım ve donanımları maliyetli oldukları gerekçesiyle tercih etmeyip, uçak bileti fiyatlarını düşük tutmayı amaçlamaktadırlar. Ancak, her geçen gün artan rekabet ,düşük maliyetli havayollarını zorlamakta, onlar da uçak üreticilerinden belli başlı kabin içi donanımlarını anlaşmaya dahil etmelerini ya da standart olarak sunmalarını talep etmektedir. Dolayısıyla kabin içi tasarımına olan talebin hem ticari uçaklar açısından hem de iş jetleri özelinde artış göstereceğini ve pazarın büyüyeceğini söylemek mümkündür.

 

Figure 3 Havayolu Business Class Yolcu Bölümü

 

Ece ÖZKAN

 

 



from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2BDbCA0
via IFTTT

Mutlu Çocuğun Sırrı


via Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2DLOcKx

Mutlu Çocuğun Sırrı Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler ile “Mutlu Çocuk” deyince aklımıza ne gelmesi gerektiğini, ebeveyn olarak bize düşen payı konuştuk. Emel Hanım merhaba; “Mutlu çocuk” deyince ne anlamalıyız, hangi çocuklar mutlu çocuklardır? Merhaba! Mutlu çocuk’un tanımını yapmak bir bakıma zor. Ancak mutlu çocuk sorunsuz çocuk anlamına gelmiyor. Genellikle mutlu çocuk denilince akla; hiç sorun çıkarmayan, ailenin her istediğini yapan, uslu, kurallara uyan çocuklar geliyor. Halbuki çocuklar sürekli büyüyüp gelişme gösterdikleri için, büyümeyle birlikte artan merak, ilgi ve deneyimleme isteği beraberinde çatışmayı da getirmektedir. Bu nedenle; ailenin sınırları ile kendi ihtiyaçları arasındaki çatışmanın üstesinden gelebilen, arzu ve yasak arasındaki dengeyi sağlayabilen kendisini ifade edebilen çocuklar sorun yaşasalar, yaşatsalar da mutlu çocuklardır. Elbette ki çocuğun mutluluğu aile yapısıyla ve çocuğun içinde bulunduğu aile ortamıyla çok ilgili; aile ortamı dengeli, ebeveyn tutumu tutarlı, evde sınırların olduğu fakat kuralların anlaşılır olduğu ortamlarda büyüyen çocukların, böyle aile ortamında büyümeyen çocuklara göre özgüven gelişimlerinin daha olumlu olduğu bilinmektedir. Çocukların doğdukları andan itibaren başlayan ebeveynleri tarafından sevgi, onay ve dikkat ihtiyaçları ömür boyu devam eder. ‘Mutlu Çocuk’’un tek bir tarifini yapmak oldukça güç olsa da eğer yapılacak olursa bana göre ailesi tarafından, sevgi onay ve dikkat gösterilme ihtiyaçlarının karşılandığı çocuklar mutlu çocuklardır diyebiliriz. Çocukların mutluluğu ebeveynlerin aslında en büyük isteği. Ancak toplum olarak çocuklarımızın fiziksel ihtiyaçlarına ağırlık veriyoruz. Yemeğini yemesi mesela en büyük hedefimiz, karnı tok olsun, üşümesin, hasta olmasın… Çocuklarımızın duygusal ihtiyaçlarını fiziksel olanlar kadar dikkate almadığımızı söyleyebilir miyiz? Duygusal anlamda ihtiyaçları nelerdir çocukların, biz ebeveynler olarak çocuklarımızın duygusal gelişimleri ve mutlulukları için neler yapabiliriz? Evet, çok haklısınız toplumumuzda genellikle yedirme, içirme, soğuktan koruma gibi fiziksel ihtiyaçların karşılanması ön planda tutuluyor ve duygusal ihtiyaçlar ise göz ardı edilebiliyor. İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır ve belki de diğer canlılardan bizi ayıran biyolojik yapımızın dışındaki psiko-sosyal bir varlık olma özelliğimizdir. Duygusal ihtiyaçların çocuk ruhsal gelişiminde ne derece önemli olduğu psikoloji biliminde pek çok farklı araştırmaya da konu olmuştur. Bu anlamda ‘Still face experiment’ (hareketsiz yüz deneyi) bebeğin, annesinin yüz ifadesine göre reaksiyonlarının nasıl değiştiğini gösteren önemli bir deneydir. Annenin yüzünde sevgi, ilgi ve mutluluk ifadesi gören bebeğin huzur içerisinde gülücükler atarak annesine karşılık verdiği, anne tepkisiz ve donuk bir yüz ifadesiyle bebeğe baktığında ise bebeğin huzursuzlaştığı bir süre sonra stresinin artarak çığlıklar atmaya başladığı görülüyor. Bu deney de gösteriyor ki, çocukların ebeveynlerinin sevgi ilgi ve dikkatine onlar tarafından kabul görmeye ihtiyaçları vardır. Çocuklar, annelerinin yüz ifadelerini okumakta özel yeteneklere sahiptirler ve annelerinin yüz ifadelerine göre kendilerini konumlandırıyorlar. Annenin sevgisi ve duygusal desteği, çocuğun ileride nasıl bir insan olacağına dair bilgi veren kişilik gelişiminin oluşumundaki en önemli faktörlerden birisidir. Çocukların mutlu olması için sadece fiziksel ihtiyaçların karşılanması yeterli değildir. Çocuklar sevgiyle büyür ve ilgiye muhtaçtır. Ebeveynlerin yapmaları gereken en önemli şey sevgi ve ilgilerini çocuklarına göstermeleridir. Şimdiki çocuklar teknolojinin de etkisiyle hıza alışık ve çok kolay sıkılıyorlar; bu da mutsuz bir tablo ortaya çıkarıyor. Teknoloji ile nasıl bir ilişkileri olmalı, diğer zamanlarda nasıl aktivitelerle ruhlarını beslemeleri lazım çocukların? Teknoloji, çağımızın getirdiği olanaklar ve gelişimlerin sonucu olarak, hayatımızın pek çok alanında ayrılmaz bir parça haline geldi. Teknolojinin hayatımıza kolaylaştırıcı etkisinin yanısıra, doğru kullanılmadığında, bazı alanlarda olumsuz etkilerinin olduğu biliniyor. Aslında teknoloji ile ilişki kontrol edilebilir olduğunda olumsuz etkilerini de azaltmak mümkündür. Özellikle çocuklar için teknolojinin kontrollü kullanılması ayrı bir öneme sahiptir. Çocuklar, doğdukları andan itibaren, gelişim aşamalarında uyaranların önemi büyüktür. Sesler, renkler, dokunsal uyaranlar vs. tüm uyaranlar, duyuların gelişimini sağlar. Halbuki tablet, bilgisayar, telefon gibi ‘ekran’ özelliği gösteren teknolojik ürünler sınırlı sayıda duyuya hitap eder ve çocuklar ‘ekran’ karşısında hareketsizdir. Teknoloji ürünleri karşısında çocuğun hareketsiz kalması, tek yönlü iletişimin olması ve uyaranların az sayıda duyuya hitap etmesi çocuk gelişimini olumsuz etkiler. Teknolojik ürünlerdeki hız, rekabet, sonuç odaklı temalar ise, çocukların farkındalığının olmadığı, anı yaşamadan, dürtüsel, haz odaklı davranışlarının artmasına neden olur. Sonuçta, çabuk sıkılan ve memnuniyetsiz çocuklar görmek şaşırtıcı değildir. Üç yaşından önce teknoloji ürünü ‘ekran’lardan çocukların mutlaka uzak tutulması gerekirken, daha büyük yaş grubundaki çocuklar için ise teknolojiden kopmadan, fakat tamamen teslim olmadan ebeveynin denetiminde, çocuğun yaşına göre, belirli sürelerde izin verilebilir. Uzun süre ‘ekran’ karşısında zaman geçiren çocuklarda başta dil gelişimi olmak üzere birçok alanda gelişimlerinin olumsuz etkilendiği yapılan araştırmalarda ortaya konulmaktadır. Çocukların gelişimine katkı sağlayan en önemli aktivite ‘oyun’dur. Teknoloji ürünlerinin yerine, daha fazla oyun oynama, sosyal etkileşim ve fiziksel aktivite fırsatları sağlamalıyız. Oyun sırasında çocuğun hayal dünyası da gelişir, ancak teknolojik ürünlerle bunu sağlamak pek mümkün değildir. Anne baba olarak birer örnek teşkil etmemiz gerektiği bir gerçek. Kitap okumayan ebeveynler çocuklarına “Hadi kitap oku” diye zorluyor mesela, ebeveynlerin örnek olmaları konusunda sizin fikriniz nedir? Çocuklar, büyürken önce doğduğu ailedeki davranışları gözlem yoluyla model alırlar. Genellikle, anne ve babaların davranış kalıpları çocukları doğuştan getirdikleri mizacı ile birlikte kişiliklerinin oluşumunda önemli bir role sahiptir. Çocuklar, sosyal öğrenme aracılığıyla anne ve babalarının davranışlarını model alır ve onlar gibi davranmaya başlar. Yani sizin de bahsettiğiniz gibi, ‘söylenen’lerden çok ‘yapılan’lar daha çabuk öğrenilir. Çocuklar üzerinde olumlu etkiler yaratmak istiyorsak, önce kendi davranışlarımızı gözden geçirmeliyiz. Çocuklar büyürken, onlara örnek davranışlar sergilemek, doğru yönlendirmelerde bulunmak psikolojik gelişim için üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Diyorsunuz ki, “Yapılan bir araştırmaya göre; bir gün içerisinde babanın çocukla elli saniye, annenin ise en fazla beş dakika birebir zaman geçirmekte olduğu görülmüş. Her ne kadar birlikte uzun zaman geçirildiği düşünülse de etkileşimin olduğu süre, yani dikkatin tamamen çocuğun üzerinde olarak farkındalığın olduğu sürenin düşünülenden çok daha kısa olduğu görülmekte. Bu demek oluyor ki; aynı ortamda bulunuyor olmak aynı ortamı paylaşıyor olmak birlikte vakit geçirildiği anlamına gelmez’’. İnanılmaz derecede kısa bir vakitten söz ediyoruz; çocukla 7/24 birlikte olup aslında onu görmüyoruz bile. Birlikte geçirilecek zamanla ilgili önerileriniz nelerdir? Evet, bu bilgi oyun terapisi eğitimini aldığım hocamın aktardığı doğru bir bilgi. Tamamen dikkatin, farkındalığın çocuğun üzerinde olduğu süre, bizim düşündüğümüzden çok daha kısa aslında. Burada vurgulanmak istenen şey, çocukla birlikte olduğumuzu düşündüğümüz zamanlarda aslında tam olarak orada olmadığımız. Bire bir zaman için çok özellikli mekanlara, pahalı oyuncaklara veya farklı aktivitelere ihtiyaç yoktur. Önemli olan çocuğun sevdiği bir etkinliğe ebeveynin eşlik etmesidir. Televizyon izlemek veya tablet oyunları dışındaki her türlü aktivite olabilir. Oyun oynamak, birlikte sanat çalışmaları yapmak, resim yapmak gibi. Kontrolün tamamen çocukta olduğu, ebeveynin çocuğun duygu ve düşüncelerini çocuğa yansıtarak eşlik ettiği özel bir zaman… Çocukla birebir zaman geçirmenin etkisi o kadar yüksek ki, bazı psikolojik sorunlarda iyileştirici özelliği olduğu biliniyor. Kliniğe gelen, özellikle DEHB (Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu), davranım problemleri gibi dışsallaştırma sorunları olan çocuklu ailelere, başka hiçbir meşguliyetin olmadığı, birebir ve dikkatin tamamen çocuğun üzerinde olduğu, oyun zaman dilimi uygulamaları öneriyoruz. Çocukların anne ve babalarıyla özel zaman geçirmeye ihtiyaçları var. Bu özel zamanlardaki etkileşimin gücü çok yüksek, çünkü o sırada çocuğa verilen mesaj; ‘seni dinliyorum’, ‘seni anlıyorum’, ‘senin için buradayım’, ‘sana değer veriyorum’ gibi anlamlar içeriyor. Çocuklar başka ne ister ki!

Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler ile “Mutlu Çocuk” deyince aklımıza ne gelmesi gerektiğini, ebeveyn olarak bize düşen payı konuştuk.

Emel Hanım merhaba; “Mutlu çocuk” deyince ne anlamalıyız, hangi çocuklar mutlu çocuklardır?

Merhaba! Mutlu çocuk’un tanımını yapmak bir bakıma zor. Ancak mutlu çocuk sorunsuz çocuk anlamına gelmiyor. Genellikle mutlu çocuk denilince akla; hiç sorun çıkarmayan, ailenin her istediğini yapan, uslu, kurallara uyan çocuklar geliyor.

Halbuki çocuklar sürekli büyüyüp gelişme gösterdikleri için, büyümeyle birlikte artan merak, ilgi ve deneyimleme isteği beraberinde çatışmayı da getirmektedir. Bu nedenle; ailenin sınırları ile kendi ihtiyaçları arasındaki çatışmanın üstesinden gelebilen, arzu ve yasak arasındaki dengeyi sağlayabilen kendisini ifade edebilen çocuklar sorun yaşasalar, yaşatsalar da mutlu çocuklardır.

Elbette ki çocuğun mutluluğu aile yapısıyla ve çocuğun içinde bulunduğu aile ortamıyla çok ilgili; aile ortamı dengeli, ebeveyn tutumu tutarlı, evde sınırların olduğu fakat kuralların anlaşılır olduğu ortamlarda büyüyen çocukların, böyle aile ortamında büyümeyen çocuklara göre özgüven gelişimlerinin daha olumlu olduğu bilinmektedir.

Çocukların doğdukları andan itibaren başlayan ebeveynleri tarafından sevgi, onay ve dikkat ihtiyaçları ömür boyu devam eder. ‘Mutlu Çocuk’’un tek bir tarifini yapmak oldukça güç olsa da eğer yapılacak olursa bana göre ailesi tarafından, sevgi onay ve dikkat gösterilme ihtiyaçlarının karşılandığı çocuklar mutlu çocuklardır diyebiliriz.

Çocukların mutluluğu ebeveynlerin aslında en büyük isteği. Ancak toplum olarak çocuklarımızın fiziksel ihtiyaçlarına ağırlık veriyoruz. Yemeğini yemesi mesela en büyük hedefimiz, karnı tok olsun, üşümesin, hasta olmasın… Çocuklarımızın duygusal ihtiyaçlarını fiziksel olanlar kadar dikkate almadığımızı söyleyebilir miyiz? Duygusal anlamda ihtiyaçları nelerdir çocukların, biz ebeveynler olarak çocuklarımızın duygusal gelişimleri ve mutlulukları için neler yapabiliriz?

Evet, çok haklısınız toplumumuzda genellikle yedirme, içirme, soğuktan koruma gibi fiziksel ihtiyaçların karşılanması ön planda tutuluyor ve duygusal ihtiyaçlar ise göz ardı edilebiliyor. İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır ve belki de diğer canlılardan bizi ayıran biyolojik yapımızın dışındaki psiko-sosyal bir varlık olma özelliğimizdir.

Duygusal ihtiyaçların çocuk ruhsal gelişiminde ne derece önemli olduğu psikoloji biliminde pek çok farklı araştırmaya da konu olmuştur. Bu anlamda ‘Still face experiment’ (hareketsiz yüz deneyi) bebeğin, annesinin yüz ifadesine göre reaksiyonlarının nasıl değiştiğini gösteren önemli bir deneydir. Annenin yüzünde sevgi, ilgi ve mutluluk ifadesi gören bebeğin huzur içerisinde gülücükler atarak annesine karşılık verdiği, anne tepkisiz ve donuk bir yüz ifadesiyle bebeğe baktığında ise bebeğin huzursuzlaştığı bir süre sonra stresinin artarak çığlıklar atmaya başladığı görülüyor.

Bu deney de gösteriyor ki, çocukların ebeveynlerinin sevgi ilgi ve dikkatine onlar tarafından kabul görmeye ihtiyaçları vardır.

Çocuklar, annelerinin yüz ifadelerini okumakta özel yeteneklere sahiptirler ve annelerinin yüz ifadelerine göre kendilerini konumlandırıyorlar. Annenin sevgisi ve duygusal desteği, çocuğun ileride nasıl bir insan olacağına dair bilgi veren kişilik gelişiminin oluşumundaki en önemli faktörlerden birisidir.

Çocukların mutlu olması için sadece fiziksel ihtiyaçların karşılanması yeterli değildir. Çocuklar sevgiyle büyür ve ilgiye muhtaçtır. Ebeveynlerin yapmaları gereken en önemli şey sevgi ve ilgilerini çocuklarına göstermeleridir.

Şimdiki çocuklar teknolojinin de etkisiyle hıza alışık ve çok kolay sıkılıyorlar; bu da mutsuz bir tablo ortaya çıkarıyor. Teknoloji ile nasıl bir ilişkileri olmalı, diğer zamanlarda nasıl aktivitelerle ruhlarını beslemeleri lazım çocukların?

Teknoloji, çağımızın getirdiği olanaklar ve gelişimlerin sonucu olarak, hayatımızın pek çok alanında ayrılmaz bir parça haline geldi. Teknolojinin hayatımıza kolaylaştırıcı etkisinin yanısıra, doğru kullanılmadığında, bazı alanlarda olumsuz etkilerinin olduğu biliniyor. Aslında teknoloji ile ilişki kontrol edilebilir olduğunda olumsuz etkilerini de azaltmak mümkündür. Özellikle çocuklar için teknolojinin kontrollü kullanılması ayrı bir öneme sahiptir. Çocuklar, doğdukları andan itibaren, gelişim aşamalarında uyaranların önemi büyüktür. Sesler, renkler, dokunsal uyaranlar vs. tüm uyaranlar, duyuların gelişimini sağlar. Halbuki tablet, bilgisayar, telefon gibi ‘ekran’ özelliği gösteren teknolojik ürünler sınırlı sayıda duyuya hitap eder ve çocuklar ‘ekran’ karşısında hareketsizdir.

Teknoloji ürünleri karşısında çocuğun hareketsiz kalması, tek yönlü iletişimin olması ve uyaranların az sayıda duyuya hitap etmesi çocuk gelişimini olumsuz etkiler.

Teknolojik ürünlerdeki hız, rekabet, sonuç odaklı temalar ise, çocukların farkındalığının olmadığı, anı yaşamadan, dürtüsel, haz odaklı davranışlarının artmasına neden olur. Sonuçta, çabuk sıkılan ve memnuniyetsiz çocuklar görmek şaşırtıcı değildir.

Üç yaşından önce teknoloji ürünü ‘ekran’lardan çocukların mutlaka uzak tutulması gerekirken, daha büyük yaş grubundaki çocuklar için ise teknolojiden kopmadan, fakat tamamen teslim olmadan ebeveynin denetiminde, çocuğun yaşına göre, belirli sürelerde izin verilebilir. Uzun süre ‘ekran’ karşısında zaman geçiren çocuklarda başta dil gelişimi olmak üzere birçok alanda gelişimlerinin olumsuz etkilendiği yapılan araştırmalarda ortaya konulmaktadır.

Çocukların gelişimine katkı sağlayan en önemli aktivite ‘oyun’dur.

Teknoloji ürünlerinin yerine, daha fazla oyun oynama, sosyal etkileşim ve fiziksel aktivite fırsatları sağlamalıyız. Oyun sırasında çocuğun hayal dünyası da gelişir, ancak teknolojik ürünlerle bunu sağlamak pek mümkün değildir.

Anne baba olarak birer örnek teşkil etmemiz gerektiği bir gerçek. Kitap okumayan ebeveynler çocuklarına “Hadi kitap oku” diye zorluyor mesela, ebeveynlerin örnek olmaları konusunda sizin fikriniz nedir?

Çocuklar, büyürken önce doğduğu ailedeki davranışları gözlem yoluyla model alırlar. Genellikle, anne ve babaların davranış kalıpları çocukları doğuştan getirdikleri mizacı ile birlikte kişiliklerinin oluşumunda önemli bir role sahiptir. Çocuklar, sosyal öğrenme aracılığıyla anne ve babalarının davranışlarını model alır ve onlar gibi davranmaya başlar. Yani sizin de bahsettiğiniz gibi, ‘söylenen’lerden çok ‘yapılan’lar daha çabuk öğrenilir.

Çocuklar üzerinde olumlu etkiler yaratmak istiyorsak, önce kendi davranışlarımızı gözden geçirmeliyiz.

Çocuklar büyürken, onlara örnek davranışlar sergilemek, doğru yönlendirmelerde bulunmak psikolojik gelişim için üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.

Diyorsunuz ki, “Yapılan bir araştırmaya göre; bir gün içerisinde babanın çocukla elli saniye, annenin ise en fazla beş dakika birebir zaman geçirmekte olduğu görülmüş. Her ne kadar birlikte uzun zaman geçirildiği düşünülse de etkileşimin olduğu süre, yani dikkatin tamamen çocuğun üzerinde olarak farkındalığın olduğu sürenin düşünülenden çok daha kısa olduğu görülmekte. Bu demek oluyor ki; aynı ortamda bulunuyor olmak aynı ortamı paylaşıyor olmak birlikte vakit geçirildiği anlamına gelmez’’. İnanılmaz derecede kısa bir vakitten söz ediyoruz; çocukla 7/24 birlikte olup aslında onu görmüyoruz bile. Birlikte geçirilecek zamanla ilgili önerileriniz nelerdir?

Evet, bu bilgi oyun terapisi eğitimini aldığım hocamın aktardığı doğru bir bilgi. Tamamen dikkatin, farkındalığın çocuğun üzerinde olduğu süre, bizim düşündüğümüzden çok daha kısa aslında. Burada vurgulanmak istenen şey, çocukla birlikte olduğumuzu düşündüğümüz zamanlarda aslında tam olarak orada olmadığımız. Bire bir zaman için çok özellikli mekanlara, pahalı oyuncaklara veya farklı aktivitelere ihtiyaç yoktur.

Önemli olan çocuğun sevdiği bir etkinliğe ebeveynin eşlik etmesidir.

Televizyon izlemek veya tablet oyunları dışındaki her türlü aktivite olabilir. Oyun oynamak, birlikte sanat çalışmaları yapmak, resim yapmak gibi. Kontrolün tamamen çocukta olduğu, ebeveynin çocuğun duygu ve düşüncelerini çocuğa yansıtarak eşlik ettiği özel bir zaman…

Çocukla birebir zaman geçirmenin etkisi o kadar yüksek ki, bazı psikolojik sorunlarda iyileştirici özelliği olduğu biliniyor. Kliniğe gelen, özellikle DEHB (Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu), davranım problemleri gibi dışsallaştırma sorunları olan çocuklu ailelere, başka hiçbir meşguliyetin olmadığı, birebir ve dikkatin tamamen çocuğun üzerinde olduğu, oyun zaman dilimi uygulamaları öneriyoruz. Çocukların anne ve babalarıyla özel zaman geçirmeye ihtiyaçları var. Bu özel zamanlardaki etkileşimin gücü çok yüksek, çünkü o sırada çocuğa verilen mesaj; ‘seni dinliyorum’, ‘seni anlıyorum’, ‘senin için buradayım’, ‘sana değer veriyorum’ gibi anlamlar içeriyor. Çocuklar başka ne ister ki!



from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2DLOcKx
via IFTTT

Beyniniz Nasıl Çalışır? Efsaneler ve Gerçekler


via Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2EkW3jd

Beyniniz Nasıl Çalışır? Efsaneler ve Gerçekler İnsanlığın var olduğu günden beri sırrının çözülemediği düşünülen beyinle ilgili efsaneler ve gerçekleri Hastane Derindere Nöroloji Bölümü Uzmanı Dr. Keriman Oğuz anlattı… Efsane: Beyninizin en fazla %10-%50’sini kullanıyorsunuz. Gerçek: Aslında beyninizin tamamını kullanıyorsunuz. Tüm beyninizi kullanmadığınız fikri yaygın bir efsanedir. Beyin tarama çalışmaları, tüm alanların aktif olduğunu gösterir. Dolayısıyla “beyninin geri kalan kısmına” girdiğini iddia eden ürünler gerçekten hiçbir şey yapmazlar. Efsane: Bazı insanlar beyinlerinin sağ tarafını bazıları ise sol tarafını kullanırlar. Gerçek: Beyninizin sadece bir bölümünü kullanmazsınız. Beyninizin her iki tarafı da her zihinsel görev için birlikte çalışır. Sayısal çalışmalarla uğraşanların beyinlerinin sol taraflarını kullandığı, duygusal ve yaratıcı kişilerin ise sağ tarafını kullandığı bir efsanedir. Efsane: Beynimiz gri ya da beyaz renktedir. Gerçek: Beynimize kan gittiği yani hayatta olduğumuz sürece pembe renktedir. Bu pembe rengi kan damarlarından alır. Vücuttan çıkarıldığında ise griye döner. Gri madde ve beyaz madde dediğimiz kavramlar vardır; ancak bunlar gördüğümüz renklerle ilgili tanımlamalar değildir. Gri maddede temel olarak sinir hücre gövdeleri yer alır ve bu yüzden gri renktedir. Beyaz maddede ise myelin isimli proteinle kaplı aksonlar vardır. Rengini myelinden alır. Efsane: Bebeğe klasik müzik dinletmek IQ’sunu yükseltir. Gerçek: Klasik müzik dinletmenin bebeğinizin IQ’sunu yükselttiğine ya da reaksiyon sürelerini artırdığına dair yanlış bir inanış olsa da gerçek herhangi bir etkisi olmadığıdır. Bilim adamları bir zamanlar Mozart dinlemenin bebeklerin zekasını geliştirdiğini düşünüyordu. Hatta bu sonuçlara dayanarak bebekler için klasik müzik CD’leri ve DVD’leri popüler hale geldi. Fakat son çalışmalar, beynin üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını göstermektedir. Efsane: Beyniniz uyku sırasında kendini dinlendirir. Gerçek: Gün boyunca dışarıdan trilyonlarca veri algılarız. Ve bu algılama sistemimizin düzgün çalışması için her gün periyodik bir bakım sürecine ihtiyaç duyarız. Aslında uyku dediğimiz şey bu bakım dönemidir. Uyku, beyinde başlatılan ve beynin doğru işlev görebilmesi için gerekli olan bir süreçtir. Beyin sapında kalp atım ritmimiz, soluk alıp-vermemiz gibi reflekslerimiz otomatik olarak kontrol edilir. Ve biz uyurken dahi bunlar devam eder. Aynı zamanda uyku, gün içinde öğrendiğimiz bilgileri beynin uzun süreli depolayabilmesi için gereklidir. REM uykusunda beynimizde son derece aktif bir süreç oluşur. Burada kaydedilen beyin dalgaları, beynin neredeyse gündüz vakti uyanıkken olduğu kadar aktif bir durumda olduğunu gösterir.   Efsane: Beyin hücreleriniz her gün büyür. Gerçek: Beynimizdeki sinir hücreleri sürekli birbirleriyle iletişim halinde veri alışverişinde bulunurlar. Bu iletişim ağı ne kadar çok çalışırsa yeni iletişim ağlarının oluşmasını tetikler. Düzenli fiziksel ve zihinsel aktivitenin, beyni hacim ve ağırlık olarak olmasa da yeni oluşan iletişim ağları sayesinde kapasite ve yetenek yönünden büyüttüğü söylenebilir. Efsane: Beyin resim ve fotoğraf gibi görsellerle daha iyi öğrenir. Gerçek: Bu insanların temsil sistemleriyle ilgili bir özelliktir. Görsel temsil sistemine sahip insanlar resim ve fotoğraf gibi görsellerle; işitsel temsil sistemine sahip insanlar ise kelimelerle daha iyi öğrenirler. Bir de dokunsal temsil sistemine sahip insanlar vardır. Dokunsallar ise deneysel yöntemlerle yani kendileri uygulayarak yaptıkları zaman daha iyi öğrenirler. Efsane: Beyin yeni şeyler öğrendikçe yeni beyin hücreleri oluşur. Gerçek: Beyin yeni şeyler öğrendikçe yeni beyin hücreleri değil; mevcut hücreler arasında yeni bağlantılar oluşur. Ne zaman yeni bir şeyler öğrenirseniz, beyin hücrelerinizdeki lifler büyüyerek Sinaps adı verilen bağlantıları oluşturur. Mesajlar bir hücreden diğerine gönderilir. Bu bağlantılar ne kadar çok kullanılırsa o kadar aktif hale gelir. Bu da öğrendiklerinizi hatırlamanıza yardımcı olur. Efsane: Yeni bilgi öğrenmek için en uygun dönem 0-3 yaş arasıdır. Gerçek: Yeni bir bilgi öğrenmenin herhangi bir yaş sınırlaması yoktur. Bebeklerin beyinleri sanki en çok bilgiyi toplayan sünger gibi görünebilir. Fakat her zaman yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Yapılan araştırmalar, beyninizin her yaşta büyüyebileceğini ve değişebileceğini gösterir. Efsane: Zekanızın yüzde 80’i genlerinizden kaynaklanır. Gerçek: Zekanın ne kadarının genlerden kaynaklandığı onlarca yıldır bilim insanlarının tartıştığı bir konu.  Ve bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların bir kısmında zekâ ile genetik yapının bağlantısı olduğu söylenmektedir. Ancak, zekayla genetik yapının bağlantısını araştırmak için yapılan bu araştırmaların, hatalı yöntemler kullandığı ve verileri düzelttikleri, verilerin gerçeği yansıtmadığı konusunda tartışmalar devam ediyor. Tüm bunlarla birlikte günümüzde yapılan çalışmaların hiçbirinde yüksek bilişsel yeteneklerle ilişkili herhangi bir spesifik gen bulunamamıştır. Beynin karmaşıklığı göz önüne alındığında, tek bir genin zekâ üzerinde büyük bir etkisi olması pek mümkün gözükmemektedir. Efsane: Aynı anda iki dil öğrenmeye çalışmak, dilleri yavaş öğrenmenize neden olur. Gerçek: Bazı insanlar iki dili aynı anda öğrenmeye çalışırken cümle yapısının farklılığı, gramer farklılığı gibi aralarındaki farklara odaklanırlar. Bu yüzden iki dili daha yavaş öğrenebilirler. Ancak bunun yanında iki dil arasındaki benzerliklere odaklanan kişiler ise çok daha hızlı ve kolay öğrenebilirler.  

İnsanlığın var olduğu günden beri sırrının çözülemediği düşünülen beyinle ilgili efsaneler ve gerçekleri Hastane Derindere Nöroloji Bölümü Uzmanı Dr. Keriman Oğuz anlattı…

Efsane: Beyninizin en fazla %10-%50’sini kullanıyorsunuz.

Gerçek: Aslında beyninizin tamamını kullanıyorsunuz. Tüm beyninizi kullanmadığınız fikri yaygın bir efsanedir. Beyin tarama çalışmaları, tüm alanların aktif olduğunu gösterir. Dolayısıyla “beyninin geri kalan kısmına” girdiğini iddia eden ürünler gerçekten hiçbir şey yapmazlar.

Efsane: Bazı insanlar beyinlerinin sağ tarafını bazıları ise sol tarafını kullanırlar.

Gerçek: Beyninizin sadece bir bölümünü kullanmazsınız. Beyninizin her iki tarafı da her zihinsel görev için birlikte çalışır. Sayısal çalışmalarla uğraşanların beyinlerinin sol taraflarını kullandığı, duygusal ve yaratıcı kişilerin ise sağ tarafını kullandığı bir efsanedir.

Efsane: Beynimiz gri ya da beyaz renktedir.

Gerçek: Beynimize kan gittiği yani hayatta olduğumuz sürece pembe renktedir. Bu pembe rengi kan damarlarından alır. Vücuttan çıkarıldığında ise griye döner. Gri madde ve beyaz madde dediğimiz kavramlar vardır; ancak bunlar gördüğümüz renklerle ilgili tanımlamalar değildir. Gri maddede temel olarak sinir hücre gövdeleri yer alır ve bu yüzden gri renktedir. Beyaz maddede ise myelin isimli proteinle kaplı aksonlar vardır. Rengini myelinden alır.

Efsane: Bebeğe klasik müzik dinletmek IQ’sunu yükseltir.

Gerçek: Klasik müzik dinletmenin bebeğinizin IQ’sunu yükselttiğine ya da reaksiyon sürelerini artırdığına dair yanlış bir inanış olsa da gerçek herhangi bir etkisi olmadığıdır. Bilim adamları bir zamanlar Mozart dinlemenin bebeklerin zekasını geliştirdiğini düşünüyordu. Hatta bu sonuçlara dayanarak bebekler için klasik müzik CD’leri ve DVD’leri popüler hale geldi. Fakat son çalışmalar, beynin üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını göstermektedir.

Efsane: Beyniniz uyku sırasında kendini dinlendirir.

Gerçek: Gün boyunca dışarıdan trilyonlarca veri algılarız. Ve bu algılama sistemimizin düzgün çalışması için her gün periyodik bir bakım sürecine ihtiyaç duyarız. Aslında uyku dediğimiz şey bu bakım dönemidir. Uyku, beyinde başlatılan ve beynin doğru işlev görebilmesi için gerekli olan bir süreçtir. Beyin sapında kalp atım ritmimiz, soluk alıp-vermemiz gibi reflekslerimiz otomatik olarak kontrol edilir. Ve biz uyurken dahi bunlar devam eder. Aynı zamanda uyku, gün içinde öğrendiğimiz bilgileri beynin uzun süreli depolayabilmesi için gereklidir. REM uykusunda beynimizde son derece aktif bir süreç oluşur. Burada kaydedilen beyin dalgaları, beynin neredeyse gündüz vakti uyanıkken olduğu kadar aktif bir durumda olduğunu gösterir.

 

Efsane: Beyin hücreleriniz her gün büyür.

Gerçek: Beynimizdeki sinir hücreleri sürekli birbirleriyle iletişim halinde veri alışverişinde bulunurlar. Bu iletişim ağı ne kadar çok çalışırsa yeni iletişim ağlarının oluşmasını tetikler. Düzenli fiziksel ve zihinsel aktivitenin, beyni hacim ve ağırlık olarak olmasa da yeni oluşan iletişim ağları sayesinde kapasite ve yetenek yönünden büyüttüğü söylenebilir.

Efsane: Beyin resim ve fotoğraf gibi görsellerle daha iyi öğrenir.

Gerçek: Bu insanların temsil sistemleriyle ilgili bir özelliktir. Görsel temsil sistemine sahip insanlar resim ve fotoğraf gibi görsellerle; işitsel temsil sistemine sahip insanlar ise kelimelerle daha iyi öğrenirler. Bir de dokunsal temsil sistemine sahip insanlar vardır. Dokunsallar ise deneysel yöntemlerle yani kendileri uygulayarak yaptıkları zaman daha iyi öğrenirler.

Efsane: Beyin yeni şeyler öğrendikçe yeni beyin hücreleri oluşur.

Gerçek: Beyin yeni şeyler öğrendikçe yeni beyin hücreleri değil; mevcut hücreler arasında yeni bağlantılar oluşur. Ne zaman yeni bir şeyler öğrenirseniz, beyin hücrelerinizdeki lifler büyüyerek Sinaps adı verilen bağlantıları oluşturur. Mesajlar bir hücreden diğerine gönderilir. Bu bağlantılar ne kadar çok kullanılırsa o kadar aktif hale gelir. Bu da öğrendiklerinizi hatırlamanıza yardımcı olur.

Efsane: Yeni bilgi öğrenmek için en uygun dönem 0-3 yaş arasıdır.

Gerçek: Yeni bir bilgi öğrenmenin herhangi bir yaş sınırlaması yoktur. Bebeklerin beyinleri sanki en çok bilgiyi toplayan sünger gibi görünebilir. Fakat her zaman yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Yapılan araştırmalar, beyninizin her yaşta büyüyebileceğini ve değişebileceğini gösterir.

Efsane: Zekanızın yüzde 80’i genlerinizden kaynaklanır.

Gerçek: Zekanın ne kadarının genlerden kaynaklandığı onlarca yıldır bilim insanlarının tartıştığı bir konu.  Ve bu konuyla ilgili yapılan çalışmaların bir kısmında zekâ ile genetik yapının bağlantısı olduğu söylenmektedir. Ancak, zekayla genetik yapının bağlantısını araştırmak için yapılan bu araştırmaların, hatalı yöntemler kullandığı ve verileri düzelttikleri, verilerin gerçeği yansıtmadığı konusunda tartışmalar devam ediyor. Tüm bunlarla birlikte günümüzde yapılan çalışmaların hiçbirinde yüksek bilişsel yeteneklerle ilişkili herhangi bir spesifik gen bulunamamıştır. Beynin karmaşıklığı göz önüne alındığında, tek bir genin zekâ üzerinde büyük bir etkisi olması pek mümkün gözükmemektedir.

Efsane: Aynı anda iki dil öğrenmeye çalışmak, dilleri yavaş öğrenmenize neden olur.

Gerçek: Bazı insanlar iki dili aynı anda öğrenmeye çalışırken cümle yapısının farklılığı, gramer farklılığı gibi aralarındaki farklara odaklanırlar. Bu yüzden iki dili daha yavaş öğrenebilirler. Ancak bunun yanında iki dil arasındaki benzerliklere odaklanan kişiler ise çok daha hızlı ve kolay öğrenebilirler.

 



from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2EkW3jd
via IFTTT

28 Ocak 2018 Pazar

Qatar Airways Cargo Envirotainer QEP akreditasyonuna kavuştu


via Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2Ejka1U

Qatar Airways Cargo Envirotainer QEP akreditasyonuna kavuştu Qatar Airways Cargo , Amsterdam, Basel, Paris, Chicago ve Doha için Kalifiye Envirotainer Sağlayıcı Eğitim ve Kalite Programı (QEP) akreditasyonunu aldı.   Qatar Airway’in Kargo Başkan Yardımcısı Guillaume Halleux şunları söyledi: “Qatar Airways Cargo, 2015 yılından beri Envirotainers’ı ilaç taşımacılığı için kullanıyor. Ağımızdaki aktif farmasötik konteynırları taşıma konusunda yüksek standartlarımızı onaylayan ve böylece farmasötik ürünlerin etkinliğini koruyan QEP akreditasyonunu almaktan gurur duyuyoruz. Önde gelen uluslararası kargo taşıyıcılarından biri olarak, hizmet kalitemizi sürekli  arttırma ve yenileme yoluyla müşterilerimize kesintisiz bir soğuk zincir sunmayı taahhüt ediyoruz. Envirotainer ortak yönetim kurulu başkanı Bourji Mourad: “Qatar Airways Cargo ile uzun süredir devam eden ilişkimiz gelişmeye ve büyümeye devam ediyor. Bu çok değerli QEP akreditasyonu, Envirotainer tarafından sunulan her türlü konteyner ve teknolojinin doğru ve güvenli şekilde taşınmasıyla ilgili önemli endüstri standartlarının karşılandığından emin olmanız için atılmış bir başka olumlu adımdır. Nihai hedef sağlık ürünlerinin hava kargo ile  daha güvenli bir şekilde taşınması “dedi. Qatar Airways Cargo‘nun soğuk zincir çözümünü özellikle ilaç taşıması yapan müşterilerinin ve son kullanıcıların yararına geliştirmeye devam etmesi nedeniyle, taşıyıcının uçuş ağındaki diğer istasyonların da akreditasyona dahil edilmesi bekleniyor. Qatar Airways Cargo QR Pharma ile 2014 yılından bu yana, soğuk zincir , eczacılık ve sağlık ürünlerinin taşınması için yüksek işletme standartlarına duyulan ihtiyacın temelini oluşturan kalite yönetimi, altyapı, uzman eğitimli personel , prosedürlerini oluşturmak ve kesintisiz bir hizmet sunmak için ciddi yatırım yaptı. Qatar Airways Cargo’nun QR Pharma ağı bugün dünya çapında 75 varış noktasına yayılıyor , zaman ve sıcaklık yönetiminin büyük önemi olan ilaç endüstrisinde giderek artan hava kargo gereksinimlerini karşılamaya yardımcı oluyor. Bu yıl, Qatar Airways Cargo, en gelişmiş havaalanı iklim kontrol merkezini açıkladı. Sıcaklığa duyarlı yük için 2.470 metrekarelik  2 ila 8 ve 15 ila 25 derece sıcaklıkta çalışan iki sıcaklık kontrollü  hava alanı tesisine sahip. Tesis toplam 156 adet konteyner  (ULD) kapasiteli.

Qatar Airways Cargo , Amsterdam, Basel, Paris, Chicago ve Doha için Kalifiye Envirotainer Sağlayıcı Eğitim ve Kalite Programı (QEP) akreditasyonunu aldı.

 

Qatar Airway’in Kargo Başkan Yardımcısı Guillaume Halleux şunları söyledi: “Qatar Airways Cargo, 2015 yılından beri Envirotainers’ı ilaç taşımacılığı için kullanıyor. Ağımızdaki aktif farmasötik konteynırları taşıma konusunda yüksek standartlarımızı onaylayan ve böylece farmasötik ürünlerin etkinliğini koruyan QEP akreditasyonunu almaktan gurur duyuyoruz. Önde gelen uluslararası kargo taşıyıcılarından biri olarak, hizmet kalitemizi sürekli  arttırma ve yenileme yoluyla müşterilerimize kesintisiz bir soğuk zincir sunmayı taahhüt ediyoruz.

Envirotainer ortak yönetim kurulu başkanı Bourji Mourad: “Qatar Airways Cargo ile uzun süredir devam eden ilişkimiz gelişmeye ve büyümeye devam ediyor. Bu çok değerli QEP akreditasyonu, Envirotainer tarafından sunulan her türlü konteyner ve teknolojinin doğru ve güvenli şekilde taşınmasıyla ilgili önemli endüstri standartlarının karşılandığından emin olmanız için atılmış bir başka olumlu adımdır. Nihai hedef sağlık ürünlerinin hava kargo ile  daha güvenli bir şekilde taşınması “dedi.

Qatar Airways Cargo‘nun soğuk zincir çözümünü özellikle ilaç taşıması yapan müşterilerinin ve son kullanıcıların yararına geliştirmeye devam etmesi nedeniyle, taşıyıcının uçuş ağındaki diğer istasyonların da akreditasyona dahil edilmesi bekleniyor.

Qatar Airways Cargo QR Pharma ile 2014 yılından bu yana, soğuk zincir , eczacılık ve sağlık ürünlerinin taşınması için yüksek işletme standartlarına duyulan ihtiyacın temelini oluşturan kalite yönetimi, altyapı, uzman eğitimli personel , prosedürlerini oluşturmak ve kesintisiz bir hizmet sunmak için ciddi yatırım yaptı.

Qatar Airways Cargo’nun QR Pharma ağı bugün dünya çapında 75 varış noktasına yayılıyor , zaman ve sıcaklık yönetiminin büyük önemi olan ilaç endüstrisinde giderek artan hava kargo gereksinimlerini karşılamaya yardımcı oluyor.

Bu yıl, Qatar Airways Cargo, en gelişmiş havaalanı iklim kontrol merkezini açıkladı. Sıcaklığa duyarlı yük için 2.470 metrekarelik  2 ila 8 ve 15 ila 25 derece sıcaklıkta çalışan iki sıcaklık kontrollü  hava alanı tesisine sahip. Tesis toplam 156 adet konteyner  (ULD) kapasiteli.



from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2Ejka1U
via IFTTT